Translate

13 Aralık 2011 Salı

“Bir travestiyle ne işim olur?”
13 Aralık 2011
Haber: Kaos GL

MorEl LGBTT aktivisti bir kadının uğradığı saldırı sonucu suç duyurusunda bulunmasıyla açılan davanın ilk duruşması 13 Aralık Salı günü sabah 9.30’da Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü. Davayı LGBT ve Kadın örgütleri izledi.
MorEl LGBTT aktivisti bir kadının uğradığı saldırı sonucu suç duyurusunda bulunmasıyla açılan davanın ilk duruşmasında sanık R.A. suçlamaları kabul etmedi ve suçlamalara “Bir travestiyle ne işim olur?” diyerek tepki gösterdi.
Davayı izlemek üzere Eskişehir’de bulunan Kaos GL’denSeçin Varol, “Davalı bu davada tutuksuz yargılanmakta ancak başka bir davadan şu anda tutuklu bulunmakta, Şubat ayına kadar cezası var, arkadaşımızı ölümle tehdit ediyor, başka zarar verdiği kişiler de var ama onlar korktukları için şikayetçi olmaktan vazgeçmişler” dedi.
MorEl Eskişehir LGBTT Oluşumu’ndan Ozan Gezmiş kaosgl.org’a şu açıklamalarda bulunmuştu:
"Arkadaşımızın maruz kaldığı taciz ve tecavüz, trans kadınlara yönelik şiddetin Eskişehir’de en görünür hali oldu. Tecavüzcü şahsın bu ilk ve son saldırısı değil. Daha öncesinde bir çok eşcinsel ve trans bireye Eskişehir’de saldırılarda bulunmuş, şantaj ve tehditle korkutmuş, saldırganın kimliği çok uzun bir zamandır bilinmesine rağmen kişiler şikayetçi olmadığı için bir şey yapılamıyordu. Son yaşanan olaydan sonra şikayetçi olunmasıyla aslında tüm bu şiddet de görünür oldu. Bu nedenle herkesin desteği çok önemli. Bu basit bir dava değil, hayatın her alanında şiddetle mücadele eden tüm LGBT bireylerin ’artık yeter!’ diye haykırdıkları, onurlu bir yaşam davası."
Dava adli tıp raporlarının beklenmesi ve davalının bir başka dosyasının incelenmesi gerekçesiyle 29 Mart 2012’ye ertelendi. 
Davada MorEl, Kaos GL ve Pembe Hayat ile birlikte kadın hakları ve insan hakları örgütlerinden temsilciler de hazır bulundu.


Fotoğraflar: Seçin Varol



11 Aralık 2011 Pazar

Vicdanın Bedeli Ne Kadardır?


Yazı: Ozan Gezmiş/ Kaos GL
22 Kasım 2011

Vicdani ret kavramı ile kuşkusuz yeni tanışmıyoruz ancak birdenbire ülke gündemine oturmasını ve aynı hızla da gündemden düşürülmeye çalışılmasını benzer bir şaşkınlıkla izler hale geldik. Gündemlerin suniliğinde arada heba edilemeyecek kadar önemli bir konu hiç şüphesiz vicdani ret…
 
Vicdani ret kavramını genel olarak dini, ahlaki ya da politik nedenlerle “zorunlu askerlik hizmeti”ni reddetme durumu olarak tarif edebiliriz. Kadın ya da erkek olmanızın askerliği ve onunla ilişkilenen kurumları reddetmenizde bir engel teşkil etmediğini de belirtmek gerek. Zira kadın vicdani retçilerden biri olan Özlem Mollamehmetoğlu 2007 yılında reddini açıklarken “Elimin hamuruyla doğaya ve insanlığa karşı işlenen tüm suçlara ortak olmayı reddediyorum*” ifadesini kullanmıştı.
 
Bundan hemen hemen iki yıl önce zorunlu askerlik “görevi”ni yerine getirmiş biri olarak vicdani ret konusunda boynumun bükük olduğunu söylemeliyim ancak militarizmin her yönden kuşattığı hayatımı bu cendereden çıkartmak için vicdanım reddetmesine rağmen askere gittim. Birçok açıdan “şanslı” denebilecek bir askerlik yapmış olmama rağmen teslimiyet hissi hala içimden çıkartamadığım bir ağırlık…
 
Kışladan içeriye adımımı attığımda soluğumun kesildiğini hiç unutmuyorum. Sorgulamalarıma, gel gitlere, kafa karışıklıklarıma rağmen askerliğin benim için somutlaştığı o an tam bir boğulma anıydı. Artık “içeride” idim. Hayatımda hiç var olmayan bir kavramla tanışmıştım: içeri ve dışarı…
 
Her şeyin muazzam bir süratle gerçekleştiği ve durup soluklanmaya fırsat bulamadığım maraton başlamıştı. İnsandan çok tutsaktım artık. Bir suçum vardı ve ceza çekiyordum sanki ama suçumuz neydi, bu neyin cezasıydı, diyetiydi bilen hatta sorgulama cesareti duyan kimse yoktu. Kalabalık fobisi olmayan ben aynı üniformalı yüzlerce adamla birlikte şimdi daha çok korkuyor ve adeta boğuluyordum. İlk haftamda bir gün sabah kahvaltısı sırasında “ölüm” korkusuyla panik atak krizi geçirirken anladım aslında buradan çıkmak sandığımdan da zor olacaktı...
 
Kaçmak için çok plan yaptım, komutanıma gidip eşcinselim ben demeyi de düşündüm ama hep engelledim kendimi çünkü içeriden sağ çıkmak, çıkabilmek artık hayatta ki tek arzumdu. Zaman geçti, ben uyuştum ve kanıksadım sonra birçok şeyi ve “sağ” çıktım içeriden bir sene sonra nihayet…
 
Bunları yazmaktaki amacım aslında kimseyi daha çok korkutmak değil sadece nasıl ve ne türlü olursa olsun zorunlu askerliğin suçu belli olmayan bir ceza olduğunu anlatmak. Hukukun en meşhur kaidesi olan suçsuz ceza olmaz anlayışı içine olası ölümün girdiği yerde “dışarı”da kalıyor ve içeriden sağ çıksanız bile anılarınızda yaşıyor; “ölüm” ve “korku”
 
Bugün bedelli askerlik konusunda Başbakan açıklama yapacak ve kimlerin ne kadar parayla askerlikten kurtulacağını kamuoyuna duyuracak, ancak zorunlu askerlik devam edecek diyecek. Ölüm korkusuyla bir hayat bedelini ödeyenler hariç her erkeğe zorunludur diyecek, diyecek ama ya vicdanın bedeli? Onu da açıklayacak mı dersiniz?
 
Elimin hamuruyla reddediyorum! : http://www.kaosgl.com/sayfa.php?id=1177